Kusma Kulübü
bir hikâyeyi hüzünlü kılan şey yalnızca sonudur.
-Kusma kulübü
sisyphos ve ben! itiraf etmeliyim: ortak paydamız yazgımız değil, budalalığımız.
– ona neden inandın?
– çünkü sevince aptalların hayalgücü genişler.
insanları sevmek için kimseye söz vermedim.
….
Her büyük karşı koyuşun sonu görkemli bir teslimiyettir.
….
“35 yaşındayım ve ölüyorum. Oysa Tanrı, 40’ında ölen babamdan da en az 30 yıl borçluydu bana” dedi, sonra kaderci bir tavırla omuzlarını silkti. Hayat dediğimiz aslında bir bekleyiş. Benimki umduğum kadar uzun sürmedi hepsi bu.
…..
Sen hiç bu kadar kendisi olmaktan korkan, kendisini şehvetle inkar eden bir toplum gördün mü?
-Yürek Sürgünü-
Beni kötü biri olarak görmelerine aldırmıyorum. Çünkü onlar kötülüğün sınırlarını araştırmadılar. Kötülük her an yeni bir boyutunu keşfedebileceğiniz büyülü bir ormana benziyor. Ben serüveni ve sürprizleri severim.
…..
Kin beyinde büyür ve şekillenir, cesaret ise hep yürek içinde hayat bulur. (Yazarın notu: ‘Courage’ fransızca “yürek, kalp” anlamına gelen ‘ceour’ ile aynı kökten gelir. ‘Yürekli’, Türkçe’de de “cesur” anlamında kullanılır.)
‘Tutku’, yani ‘passion’, Latince ‘pati’ – acı çekmek – ve Yunanca ‘pathos’ sözcüklerinden gelir. Bu nedenle aşk ve acı kardeştirler.
…..
Asla sizi bütünüyle tatmin edecek, bir kadının peşine düşmeyin, bu sizi tüketir. Hem tükenirsiniz, hem de henüz tanımadığınız öteki kadınları yitirirsiniz. Ama siz buldunuz değil mi? Bence artık bu yüzden yazmıyorsunuz; belki de yazamıyorsunuz.
-Zamanın Manzarası –
benim kadar acı çekmedikçe tanrı’ya inanmamı beklemeyin benden.
…..
…bir hikâyeyi hüzünlü kılan şey yalnızca – tekrarlıyorum yalnızca – sonudur…
…..
…bilgi ve gerçeğin asıl kaynağı olan acı, varlığımızın farkına varmamızı sağlıyor. bizi sahici kılıyor. yine de, çektiği acıdan daha büyük, daha geniş, daha derin bir acı olmadığını, acının sonuna vardığını düşünenler, eğer budala değillerse, tanrı’nın hayal gücünün benzersizliğinden habersiz olanlardır.
….
kötüyken özgürdüm, sonra aşık oldum; aşk beni uyumlu ve erdemli biri yapıp çıktı.
bir erkek için hiçbir hoca, ihanet eden bir kadından daha öğretici değildir.
neredeyse bütün hayatını bir yanılgının peşinde, bir sokağın köşesinden çıkacak bir adamı beklemekle geçirmiş, yaşamının zirvesine hiç ulaşmamış ben, şimdi bana yabancı olan o yükseltinin yamacındayım. sislerin ortasında yükselen direğin üstündeki o kuşun havalanma akti geldi.
yazmak için aşkın kendisine değil, acısına gerek duyarız.
mücevher takmamıştı ama gözleri vardı…
Mehmet Eroğlu
Ahmaklar Gemisi-Theodore Kaczynski
Bir zamanlar, bir geminin kaptanı ve ahbapları kendi denizciliklerini çok beğenir ve kendilerine çılgınca hayran olurlarmış. Gemiyi kuzeye çevirdiler, aysbergler ve tehlikeli buz kütleleri ile karşılaşıncaya kadar yol aldılar, ve çok tehlikeli sularda yol amaya devam ettiler, sadece kendilerine gemiciliğin çok parlak başarılarını yerine getirmek için fırsatlar vermek adına.
Gemi daha yüksek enlemlere ulaştıkça, yolcular ve mürettebat gittikçe artarak rahatsız oldular. Kendileri arasında tartışmaya ve yaşadıkları durumlar üzerine şikayet etmeye başladılar.
“Titriyorum” dedi gemici tayfası, “Hay Allah, bu kadar kötü bir yolculukta daha önce bulunmamıştım. Güverte buzla kaplı; gözetleme yerindeyken, rüzgar ceketimi bıçak gibi kesiyor; trinketa yelkenini camadanını her bağlayışımda neredeyse parmaklarım donuyor; ve bütün aldığım ayda sefil 5 şilin.
“Bunun kötü olduğunu düşünüyorsun!” dedi bayan yolcu. “Soğuktan geceleri uyuyamıyorum. Bu gemideki bayanlar erkekler kadar battaniye alamıyorlar. Bu adil değil!”
Meksikalı denizci sözü kesip konuşmaya katıldı: “Chingado! Ben, İngiliz gemicinin aldığı maaşın sadece yarısını alıyorum. Bu iklimde kendimizi sıcak tutmak için bol yiyeceğe ihtiyacımız var; İngiliz daha çok alıyor. Ve en kötüsü, ikinci kaptanlar sürekli emirlerini İspanyolcanın yerine İngilizce olarak veriyorlar.”
“Her hangi birinden daha çok şikayet edecek nedenim var.” Dedi Amerikalı yerli gemici, “Eğer soğuk benizli beni atalarımın topraklarından mahrum etmeseydi, bu gemide asla bulunmayacaktım, burada aysberglerin ve kutup rüzgarlarının arasında. Hoş, sakin bir gölde kanoyla gezinecektim sadece. En azından, kaptan bana barbut oynatmam için izin vermeli, ki böylece biraz para kazanabilirim.
Porsun söz aldı: “Dün, ilk ikinci kaptan sadece ağzıma alıyorum diye beni “ibne” olarak çağırdı. Bir erkeğin organını, bunun için isimler takılmadan emmeye hakkım var.”
Bu gemide kötü davranılan sadece siz insanlar değilsiniz,” diyerek yolcuların arasındaki hayvan sever araya karıştı, sesi öfkeyle titriyordu. “Neden, geçen hafta ikinci ikinci kaptanı geminin köpeğini iki kere tekmelerken gördüm!”
Yolculardan biri üniversite profesörüydü. Ellerini ovuşturarak hiddetle söylendi, “Bunların hepsi korkunç! Ahlaksız! Irkçılık, seksizm, türcülük, homofobi, işçi sınıfının sömürülmesi! Ayrımcılık! Toplumsal adalete sahip olmalıyız: Meksikalı denizci için eşit maaş, bütün gemiciler için yüksek maaş, yerli için ücret, bayanlar için eşit battaniye, ağza almak için garanti hak, ve köpeği daha fazla tekmelemek yok!”
“Evet, evet!” diye bağırdı yolcular. “Aye-aye!” diye bağırdı mürettebat. “Ayrımcılık! Haklarımızı talep etmeliyiz!” Kamarot boğazını temizledi.
“Hımm. Hepinizin şikayet etmek için iyi nedenleriniz var. Fakat bana göre gerçekten yapmamız gereken şey gemiyi döndürmemiz ve güneye doğru gitmemiz, çünkü eğer kuzeye gitmeye devam edersek, er geç kazaya uğrayacağız, ve sonra maaşlarınız, battaniyeleriniz, ağzınıza alma hakkınız yarar sağlamıyacak, çünkü hepimiz batacağız.”
Fakat kimse onu dikkate almadı, çünkü o sadece bir kamarottu.
Kaptan ve ikinci kaptanlar, güvertenin kıçındaki makamlarından, izliyorlar ve dinliyorlardı.
Birbirlerine gülümsediler ve göz kırptılar, ve kaptanın el hareketiyle üçüncü ikinci kaptan kıç güverteden indi, yolcular ve mürettebatın toplandığı yere ağır ağır yürüdü, ve onların arasında durdu. Suratında çok ciddi bir ifade yerleşti ve böylece konuştu:
“Biz komutanlar kabul etmeliyiz ki bu gemide mazur görülemez şeyler olmaktadır. Şikayetlerinizi duyana kadar bu kadar kötü bir durum olduğunu anlayamadık. Bizler iyi niyetlerin insanlarıyız ve sizin sayenizde doğruyu yapmak istiyoruz. Fakat –pekala- oldukça muhafazakar ve kendi bildiği yolda ilerler, ve herhangi önemli değişiklikler yapmadan önce biraz kışkırtılması gerekebilir. Benim kişisel fikrim, eğer gayretle protesto ederseniz – fakat her zaman barışçıl ve geminin kurallarını ihlal etmeden – kaptanın ataletini sarsar ve gayet haklı olarak şikayet ettiğini problemlere hitap etmeye zorlarsınız.
Bunu söyleyerek, üçüncü ikinci kaptan güvertenin kıçına doğru yol aldı. Gittiği gibi, yolcular ve mürettebat arkasından, “Mutedil! Reformcu! Liberal! Kaptanın yardakçısı!” diye bağırdılar. Fakat yine de söylediği gibi yaptılar. Güvertenin kıçından önündeki gövdede buluştular, subaylara hakaretler bağırdılar, ve haklarını talep ettiler: “Daha yüksek maaş ve daha iyi çalışma koşulları istiyorum,” diye ağladı gemici tayfa.
“Kadınları için eşit battaniye” diye ağladı bayan yolcu. “Emirleri İspanyolca olarak almak istiyorum.” diye ağladı Meksikalı gemici. “Barbut oynatma hakkı istiyorum.” diye ağladı Yerli denizci. “İbne olarak adlandırılmak istemiyorum.” diye ağladı Porsun. “Köpeğin daha fazla tekmelenmesine hayır.” diye ağladı hayvansever. “Devrim hemen şimdi.” diye ağladı profesör.
Kaptan ve ikinci kaptanlar aceleyle bir araya toplandılar ve birkaç dakika görüştüler, bütün bu süre boyunca birbirlerine göz kırptılar, gülümsediler ve birbirlerini doğrularcasına kafalarını öne eğdiler. Daha sonra kaptan güvertenin kıçının önünde durdu ve, büyük bir cömertlik göstererek, şöyle beyan etti: “Gemici tayfanın maaşı ayda 6 şiline yükseltilecek; Meksikalı denizcinin maaşı İngiliz gemicinin üçte ikisi kadar olacak, ve trinketa yelkenini camadanını bağlama emri İspanyolca verilecek; bayan yolcular bir battaniye daha alacak; Yerli denizci cumartesi akşamları barbut oynatabilecek; Porsun, ağzına almayı tam mansıyla gizli yaptığı sürece ibne olarak anılmayacak; ve köpek, gemi mutfağından yemek çalmak gibi gerçekten ahlaksız şeyler yapmadığı sürece tekmelenmeyecek.”
Yolcular ve mürettebat bu imtiyazları büyük bir zafer gibi kutladılar, fakat bir sonraki sabah, tekrardan memnuniyetsizlik hissediyorlardı.
“Ayda altı şilin az miktar bir gelir, ve hala trinketa yelkenini camadanını bağlarken parmaklarım donuyor” diye homurdandı gemici tayfa. “Hala İngiliz ile aynı maaşı almıyorum, veya bu iklim için yeterli yiyeceği” dedi Meksikalı gemici. “Biz kadınlar hala kendimizi sıcak tutacak kadar battaniyeye sahip değiliz” dedi bayan yolcu. Diğer mürettebat ve yolcular da benzer şikayetlerde bulundular, ve profesör onları kışkırttı.
Konuşmalarını bitirdiklerinde, kamarot çekinmeden açıkça söyledi – bu sefer diğerlerinin kolayca anlamamazlıktan gelemeyeceği kadar yüksek sesle: “Köpeğin mutfaktan bir parça ekmek çaldığı için tekmelenmesi, ve kadınların eşit battaniyeye sahip olmaması, ve gemici tayfanın parmaklarının donması gerçekten korkunç; ve Porsun’un istediği halde neden ağzına alamadığını anlamıyorum. Fakat aysberglerin şu an nasıl kalın olduklarına bakın, ve rüzgarın nasıl daha fazla sert estiğine! Bu gemiyi geri, güneye doğru çevirmemiz gerekiyor, çünkü eğer kuzeye gitmeye devam edersek, kazaya uğrayacak ve batacağız.
“Oh evet,” dedi Porsun, “Kuzeye gitmemiz gerçekten korkunç bir şey. Fakat neden tuvalette ağzıma almak zorundayım? Neden ibne olarak anılmam gerekiyor? Diğer herkes gibi değil miyim?”
“Kuzeye doğru ilerlemek korkunç” dedi bayan yolcu. “Fakat görmüyor musun? Bu tamamen kadınların kendilerini sıcak tutmak için neden daha çok battaniyeye ihtiyaç duyduklarını gösteriyor. Şimdi kadınlar için eşit battaniye talep ediyorum.”
“Her yönüyle doğru” dedi profesör, kuzeye doğru yol almak hepimizin üzerine büyük sıkıntılar yaratacaktır. Fakat yönümüzü güneye doğru çevirmek gerçekçi olmayacaktır. Zamanı geri çeviremezsin. Durumun icabına bakmak için daha iyi hazırlanmış yollar bulmalıyız.
“Bak” dedi kamarot, “kıçtaki güvertedeki bu dört kaçık adamın yollarına devam etmesine izin verirsel, hepimiz batacağız. Eğer gemiyi tehlikeden uzaklaştırırsak, daha sonra çalışma koşulları, kadınlar için battaniye, ve ağzına alma özgürlüğü hakkında tasalanabiliriz. Fakat önce bu tekneyi çevirmemiz gerekiyor. Eğer bir kısmımız birlik olur, plan yapar, ve biraz cesaret gösterirsek, kendimizi kurtarabiliriz. Çok fazla insana gerek yok – yedi veya sekizimiz yapabilecektir.Geminin kıç tarafına saldırabilseydik, bu delileri gemiden denize atabilseydik, ve gemiyi güneye çevirebilseydik.”
Profesör sesini yükseltti ve sert bir şekilde söyledi, “Şiddete inanmıyorum. Bu ahlaksız.”
“Her hangi bir zamanda şiddet kullanmak ahlak dışıdır” dedi Porsun.
“Şiddetten dehşete kapılıyorum” dedi bayan yolcu.
Kaptan ve ikinci kaptanlar bütün süre boyunca izliyolardı ve dinliyorlardı. Kaptanın bir sinyaliyle, üçüncü ikinci kaptan ana güverteye indi. Yolcuların ve mürettebatın arasında kadar geldi ve gemide hala bir takım problemler olduğunu söyledi.
“Çokça ilerlemeler yaptık” dedi, “Fakat çoğunun gerçekleşmesi kaldı. Gemici tayfanın çalışma koşulları hala sert, Meksikalı hala İngiliz ile aynı maaşı almıyor, kadınların hala erkekler kadar epey battaniyesi yok, Yerli’nin Cumartesi gecesi barbutu, kayıp toprakları için değersiz bir karşılık, Porsun’un ağzına almaya tuvalette devam etmesi haksız, ve köpek hala kimi zaman tekmeleniyor.”
“Bence kaptanın yeniden dürtülmeye ihtiyacı var. Eğer hep birlikte başka bir protesto gerçekleştirirseniz işe yarayacaktır – şiddetsiz kaldığı sürece.”
Üçüncü ikinci kaptan geminin kıçına doğru ilerlerken, yolcular ve mürettebat arkasından hakaret bağırdılar, fakat bununla beraber ne dediyse yaptılar ve başka bir protesto için geminin kıç güvertesi önünde toplandılar. Ağız kalabalığı yaptılar, çılgınca bağırıp çağırdılar, yumruklarını savurdular, ve hatta kaptana çürük yumurta attılar (ustalıkla yana kaçtığı)
Şikayetlerini duyduktan sonra, kaptan ve ikinci kaptanlar birbirlerine göz kırptıkları ve geniş olarak sırıttıkları konferans için aceleyle bir araya toplandılar. Daha sonra kaptan kıç güvertenin önüne hareket etti ve şöyle bildirdi: gemici tayfa parmaklarını sıcak tutsun diye eldiven verilecek, Meksikalı denizci İngiliz denizcinin dörtte üç maaşı kadar maaş alacak, kadın bir battaniye daha alacak, Yerli gemici Cumartesi ve Pazar geceleri barbut oynatabilecek, porsun karanlıktan sonra alenen ağzına alabilecek, ve kimse kaptanın özel izni olmadan köpeği tekmeleyemeyecek.
Yolcular ve mürettebat bu büyük devrimci zafer karşısında çok mutluydular, fakat bir sonraki günle birlikte tekrardan memnuniyetsizlik hissediyorlardı ve eski sıkıntılardan söylenmeye başladılar.
Kamarot bu sefer sinirleniyordu.
“Sizi kahrolası ahmaklar!” diye bağırdı. “Kaptanın ve ikinci kaptanların neler yaptıklarını görmüyor musunuz? Battaniyeler, maaşlar ve köpeğin tekmelenmesi hakkındaki saçma şikayet sebepleri ile meşgul etmeyi sürdürüyorlar, böylece gerçekten bu gemiyle ilgili nelerin yanlış gittiğini düşünemeyeceksiniz – ki kuzeye daha uzaklara ilerliyoruz ve hepimiz boğulmuş olacağız. Eğer sadece bir kaçınız bunu anlama kararına varırsanız, birleşir, ve kıç güverteyi basarsak, bu gemiyi çevirebilir ve kendimizi kurtarabilirdik.
Fakat hepinizin yaptığı, çalışma koşulları, barbut ve ağza alma hakkı gibi önemsiz küçük konular hakkında ağlaşmak.”
Yolcular ve mürettebat öfkelendi.
“Önemsiz!!” diye ağladı Meksikalı, “ , “İngiliz gemicinin sadece dörtte üçü kadar aldığım maaşı akla uygun olduğunu düşünüyor musun? Bu önemsiz mi?”
“Benim şikayeti mi nasıl saçma olarak tanılayabilirsin?” diye bağırdı porsun. “İbne olarak çağırılmak nasıl hakaret edici bilmiyor musun?”
“Köpeği tekmelemek ‘önemsiz küçük konu’ değil!” diye haykırdı hayvan sever.
“Zalimce, insafsızca, vahşice!”
“Pekala,” diye cevapladı kamarot. “Bu konular önemsiz ve saçma değil. Köpeği tekmeler insafsız ve vahşice ve ibne olarak çağırılmak hakaret edici. Fakat gerçek problemimizle karşılaştırdığımızda – gerçekle karşılaştırıldığında gemi hala kuzeye gidiyor – sizin şikayete sebep olan haliniz önemsiz ve saçma, çünkü eğer bu gemiyi derhal çeviremezsek, hepimiz batacağız.
“Faşist!” dedi profesör.
“Karşıdevrimci!” dedi bayan yolcu. Ve bütün yolcu ve mürettebat diğerinden sonra sözü kesip konuşmaya katıldı, kamarotu faşist ve karşıdevrimci olarak suçlayarak.
Onu itip defettiler ve maaşlar, kadınlar için battaniye, ağza alma hakkı, köpeğe nasıl davranıldığı hakkında söylenmeye geri döndüler. Gemi kuzeye doğru yol almaya devam etti, ve bir süre sonra iki aysberg arasında ezildi ve herkes boğuldu.
Çeviri:Elfun.
Ulusun İmkansızlığı Üzerine
Bir insan kilitli olmayan,ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor,çekmek aklına gelmiyorsa,odada hapistir.
-Ludwig Wittgenstein
Bir zamanlar kocaman bir gezegende birbirinden habersiz milyonlarca insan yaşarmış.Bunların çoğu kendi köylerinden başka köy bilmezlermiş.Ama hepsi de mutlu ve özgür bir hayat sürüyorlarmış.Bir gün iki arkadaş köyün bilinen sınırlarını aşarak başka ufuklara açılma cesaretini göstermiş.Gittikleri yerlerde başka kültürlerle,başka insanlarla karşılaşmışlar.Gittikleri yerlerde hep kendi köylerini ballandıra ballandıra anlatmışlar. Onların hikâyesini dinleyen başkaları da onların köyünü bulmak için yola koyuluyormuş.Böylece gel zaman git zaman tüm gezegen insanları arasında iletişim doğmuş.Önce teknolojik yenilikler karşılıklı aktarılmış,sonra alışkanlıklar,kültürler ve nihayetinde iyi ve kötü olan her şey…Önceleri birbirlerine ilginç gelen insanlar giderek birbirleriyle yaşamaktan hoşlanmamaya başlamışlar.Artık gezegen eskisi gibi büyük değilmiş ve keşfedilecek yeni bir şey kalmamış.Artık herkes kendisini ıssız bir adada hapis kalmış ve birbirine mahkûm olmuş gibi görmeye başlamış.Bunun üzerine herkes bir suçlu aramaya başlamış ve bulmuş da.Buna göre herkesin yurduna kültürüne ilk gelen yabancılar,tüm yozlaşmanın en büyük sorumlusu imiş.Derken herkes kendi yurdundan “misafirlerini” kovmaya başlamış.Çünkü herkes eskisi gibi kendi törelerine uygun olarak yaşamak istiyormuş.Oysa buraya gelen “misafirler” nicedir buraları yurt olarak bellemişler ve hiçbir yere gitmeyi düşünmüyorlarmış.Burada doğdukları,burada büyüdükleri ve burada doydukları için direnmişler.Ve tüm barış gezegeni dökülen kanlarla kızıla boyanmış.
Evet endüstriyel ekonominin ulusal pazarları dünya pazarına entegre etmesi,bu hikâyede anlatılana benzer etnik göçlere,çatışmalara neden olmuştur.Endüstriyel pazara negatif şekilde entegre olup açlık ve sefalet çeken ülkelerden batıya doğru oluşan göç dalgası bir yandan da homojenleştirme sürecinin umutsuz bir duruma sürüklenmesine neden olmaktadır.Ulus-devletin sınırları aracılığıyla zoraki olarak birbirlerinden ayrılan insanlar,yaşamlar yine aynı sınırlar sayesinde zoraki olarak bir arada tutulmakta aynı coğrafyayı paylaşmaya,aynı toplumsallığı yaşamaya zorlanmaktadır.Çünkü ulusal devlet hiçbirimizin özel hayatımızı yaşamamıza izin vermediği gibi hiçbir grubun kendi sosyal hayatını yaşamasına da izin vermez.Son olarak ABD’nin Teksas eyaletinde yaşanan olay! Bir çiftliğe kapanıp kendi sosyal hayatlarını ulusal-devletten bağımsız olarak yaşamak isteyen “Davidiyen” tarikatı mensuplarına “Amerikan Federal Demokrasi”sinin sabır sınırı 51 günden fazla olmamış ve bu süreç sonucunda tarikatın tamamına yakını bilinçli olarak yakılarak imha edilmiştir.
Sonuç
Endüstriyel sistemin ulusal sorunları ortadan kaldırması uzun vadede mümkün görünmemektedir.Ve her ulusal sorunun çözümü yeni bir ulusal sorunun başlangıcıdır.Çünkü endüstriyel üretim,ulusal devlet ve ulus birbirinin zorunlu koşullarıdır.Biri olmazsa diğeri de olmaz.
İnsanlık, kalkınma (ekonomi) mantığının dışına çıktığı zaman ancak özgürleşebilecek ve ulusal-devletlerin barbarlığını daha iyi görerek kendi toplumsal kimliğine sahip çıkacak. Ulusalcılık düşüncesini hak ettiği yere,cehennemin dibine gönderebilecektir.
Bireyler eğer seçme hakkına sahipseler (ya da bu güç ellerindeyse) o zaman seçmeme hakkına da sahiptirler. Tüm yaşamını ibadet üzerine kurmuş bir müslümanla benim bir alıp vereceğim olamayacağı gibi, benim gibi din-dışı yaşayan birinin varlığı bile onun toplumsallığı için tehlike yaratmaktadır.İnsanın aklına ister istemez şu meşhur siyasî benzetme geliyor: “Hepimiz bir gemideyiz… Eğer bu gemi batarsa hepimiz boğuluruz.” Evet aynı gemide olduğumuz kesin ama gemi batarsa bazılarımızın sağ kalma ihtimali var,ancak batmazsa da zaten birbirimizi yeterince boğazlıyoruz.