Bizim Ahlakımız&Devrimin Etiği
Şayet durup bir düşünür, hafızamızı zorlarsak İki tür “Terör Saltanatı” vardı; şayet durup bir düşünür, hafızamızı zorlarsak birinde cinayetin ateşli tutkularla, ötekinde soğukkanlı bir kalpsizlikle işlenmiş olduğunu görürüz; biri sadece aylarca sürdü, öteki bin yıl sürmüştü.
Mark Twain
Savaşın zorlandığı yerde barış başlar.
Michael Walzer
Ne Olacak Sonumuz!
Yıkılan onca fikir, gelişen onca dinamik yapı, atılan onca adım neden bir yerlere taşıyamıyordu toplumları. Loş ışıklar altında gizli saklı olan idealar aslında kurtaracaktı hümaniteyi. Oyuklardan sızan ışığın üzerine düştüğü bu garip ekoloji vahşi gözlerini parıldatıyordu, her onu değiştirmek isteyene. Korkuyorlardı aslında ve utanmalarıda bu korkularından türeyen, onlara kesilmiş cezalardır onlar bunu göremese de.
Yontmalar, hiyeroglifler, kabartmalar, ardından zamanın içerisinde keşfedilen papirüs üzerine gerçekleştirilen yazım dili bile artık karşı çıkamıyordu bu yapıya. Sınırlandırılıyor, yasaklanıyor ve önüne setler çekiliyordu. Aslında insanlığa büyük bir armağandı yazmak, anlatmak ve düşüncelerini eyleme dökmek. O kadar zarif bir işti ki bizler bunu layıkı ile hiçbir zaman yapamıyoruz.
Sonuç olarak güne düşen, dünün artıklarına baktıkça bugün. Zümrütten, somaltından ve yakuttan saraylar görüyoruz geçmiş tarihimizde. İçlerinde cariyeler, hadım ağaları kontrolünde tutsak. Perşembe Anna, çarşamba Nina, salı ..nın günü. Ne günümü?
Tabi ki efendisinin çürümüş bedeninin altında döşek, üstünde yorgan olma günüdür. Anna, nina ve niceleri için. Uluların, bahtiyarların otağ kurduğu, cihangirlerin kandan, buhurdan kudurduğu inlerde yaşayan, bir görünen tarihi yaşadık bizler. Günün kokuşmuşluğunu ve çürümüşlüğünü görenler ya sadece ahir zamanda, seher yeliyle nasıl bir ağaç ürperirse, yukarıda bahsettiğimiz o kokuşmuş duvar da muttasıl öyle ürperiyordu. Ya da başka vakitlerde ise sadece tek büründüğümüz canlı formu yarasa gibi olmamızdı bunlara tek sebep. Tek farkımız bizler günün her saatinde sokaklardayız.
Ne olacak sonumuz diye düşündüğünde tutunamayanlar. Tek çıkar yolu muammanın üstüne oturmuş sır kapısını aralamaktır diye fısıldıyor çevre sesler.
Peki sizce ne olacak sonumuz?
Yabancılaşmak!
Şöyle ki örnekleri: Birbirimizi dinlemeden sadece eleştirme gayreti içerisinde olmamız, anlaşmak yerine sürekli karşımızdakini ezme gayreti, dünya ya bakış açımızın sadece önümüz ile sınırlandırmamız ve ardından bununla yetinmemizi gösterebiliriz kısıtlı bir anlatım çerçevesinde.
Sürekli laçka bir hale gelen insanların birbirleriyle olan kişilik savaşlar artık günümüz de öyle bir safhaya erişti ki bizler kabul etmesekte, insan olmaktan çıkıp artık insan taklidi yapan başka bir forma, formlara büründük. Nereden mi geldik bu noktaya, bir çok olgu gösterebiliriz, yukarıda saysıklarımız ve bunların yan kollarını göstererek.
Bir çok yaşanımdan kesitler verebiliriz fakat bunun en büyük temeli “Globalizasyondur” tek kelimeyle fikrimce. Küreselleşen dünyanın getirdiği yaşam gerekliliği diye gösterilir bir çok etkene rağmen bu. Ama bence en büyük sebep toplumsal yabancılaşmadır. Suçlu yaratma, suçluyu bulma uğraşı ile suçun yok edilmesi uğraşı değildir. Suçlu sömürülen midir, sömürmeyi amaçlaştırmışlarmıdır. Büyük bir sorunsal gibi görünsede bunun büyümesine tek sebeb kişiliklerimize yerleştirilmiş hayatta kalma sorunlarıyla başetme formüllerine, bağlı geliştirdiğimiz, çözümlerimizin ürettikleridir bence. Yani geçici günlük yaşama felsefesidir. Sadece “ben” merkezci bir zihniyeti gütmemizdir. Saygı, sevgi ve öğrenme eksikliğidir… Fazlasıdır, azı değildir.
Kabul etmemiz gerekir ki bizler artık insan olmaktan çıkan biyoloik üretimli robotlarız. Kuralların, toplumsal yapıların, siyasi ideoloilerin, genelleştirilmiş ahlak yapılarının gizlenmiş çürümüşlüğüne karşı çıkıp hep birlikte bir çözüm geliştirmeyi başaramadığımızdan bu gün kendimize, çevremize, topluma ve en önemlisi bazen ailemize bile yabancılaşmışız güne düşen dünün getirdiklerinin bize gösterdiği yanlışları görmezden gelişimizle…
Yabancılaşmak toplumun en büyük sorunlarından biridir bence…